Pelmeni Diyarından Bir Rüzgar Esti
Rüyaların tek ve en güzel, en derin ve en yanağı mıncırılası yeri vardır. Portakal bahçelerinde yavaşça yürüdüğün, çimlerin çıplak ayaklarını gıdıkladığı ve ne hikmetse hep de deniz kenarında olan bu yer, en tatlı kaçışları sembolize eder.
Adı üstünde rüya, düş… Günün kasvetli özetini vermeden sıvıştığın bir alan ve kişiye özel… Bu kıymetli anı bölen her şey ise hain… Yeri gelir yedi buçuğa kurulmuş bir alarm, yerde mısırlar ve onu yiyen tavuk, tavuğun çevresinde civcivler. Zır zır öten bir başka telefon veya okulun servis kornası…
Yer yer çok bölünürsün ve bu bir ömür sürebilir. Atomlar bile birbirine değmez ve titreşim çok kompleks bir terimdir. Titrersin, uyanırsın bir küfreder ve geri yatmaya çalışırsın. Sonra hatırlarsın! Sen alarm kurmamışsın.
Bakarsın daha tavukların ötmesine, horozların çığlığına daha var. Okula zaten hep yürüyerek gitmişsin de, nedir seni uyandıran?
Belli belirsiz bir ses var. Uğultu gibi, akışkan bir ses… Kaldırdım kafamı dışarısı gri… Her zamanki gibi… Lakin cam titrek, uğultu yoğun… Açtım pencereyi yavaştan birde baktım kulpu elimde kalacak. Öyle şiddetli bir rüzgar var dışarıda. Apartmanlardan ağaçlara yer kalmadığı için yapraklardan pek anlayamadım tabi. Ama dışarıda kuvvetli rüzgarlar patlıyor. Pat diyor. Bum diyor. Kabom demiş de olabilir.
Hemen kapattım pencereyi ve mutfağa yöneldim. Ezbere adımlarla sonsuz bir su koydum ketılıma ve döngüme. Bastım düğmesine tık edene kadar durdum. Davlumbazın solundaki rafı açıp kahve alayım dedim. Ancak boş kavanozla karşılaşınca bir duraksadım. Sabah erken saatler ve kahve yok. Aman Yarabbi! Küçük alametler boy boy sıralandı gözümün önünde. Dedim kıyamet mi bugün? Dışarısı kasırga, evin içi kaosların ana kucağı.
Bir evde kahve yoksa orda ağrı kesici de yoktur. 40 yıllık hatır sayacı takılı fincanlar, frenç presler, nevi şahsına münhasır kupalar, uyuşuk sabahların zoraki uyanışları da yoktur. O evde ne bileyim adaçayı vardır. Kedi otu demlemeli sıvılar, nane limon, ıhlamur, mahalledeki aktarın varisli kayınvalidesi filan vardır. Hülasa kahve matahtır!
Ve bu elzem kavramdan mahrum kalmak, hele ki böylesine eve tıkınılması lazım gelen bir günde… Büyük sıkıntı.
Hemencecik vestiyere koştum. Giymediğim montları uçuşturduktan sonra krem rengi trençkotumu buldum. Rüzgarda havalansın istedim. Dedektif Gecıt gibi rüzgara karşı yürüyüp kahve alıp gelecektim. Heves işte.
Mücbir sebepler sayılmazdı lakin bilinçaltım daha da altının tahakkümü altındaydı. Yürümek istiyordum. Sisli günlerde çitos yer gibi… Karlı günlerde toplu konutları eleştirir gibi…
Çıktım evimden dış kapı aman abi dedi. Dışarısı amorf bir taklitçinin pastiş yapıtlarından geçilmeyen bir çöplük gibi… Pejoratif söylemler hat safhada. Herkesi eleştiren bir rüzgar var… Her şey girift bir yapıda… Yapraklar, çöpler ve mazgallar…
Bak bak dedim dış kapıya. Sen böyle terminolojik sözcükleri nerden buluyorsun? Gıcırdamak sana yakışmıyor sanırım.
Estağfurullah abi dedi kış kapı. Gusto sahibi değilim lakin dışarısı çok tatsız. Belirtmek istedim.
Olsun dedim kafamı salladım. Bizde nümayiş izlemeye gitmiyoruz. İşimiz var.
Bu rüzgarda hiçbir işin olamaz dedi dış kapı. Hadi lan dedim ona. Bağırdım yüksek bir perdeden. Hadi eyvallah dedim sonra sıyrıldım. Bir iki Japonca şarkı mırıldandım ve bakkala geldim. Gözleri tuvalet kağıtlarının üstündeki televizyondaydı. Televizyonda haberler, haberlerde süslü püslü bir kadın, sesi bir gelip bir gidiyor. Rusya’dan gelen soğuk rüzgarlar diyor. Tam orada kesiliyor lafı. Kanalı zaplıyor bakkal efendi. Yayın gidiyor önce sonra komple karıncalanıyor. Birkaç saniyelik karıncalar ile bakışmadan sonra günümüz dünyasına hızlı bir geçiş yapıyor bakkal ve beni görünce selam veriyor. Göz ucuyla selamını alıyorum. Duydun mu diyor. Rusya’dan gelen soğuk rüzgarlarmış bunlar.
Evet dedim. Pelmeni diyarından bir rüzgar esti, burda kasırga oldu. Halbuki güzel bir mantıydı.
Ne lazımdı yeğenim? Diye böldü lafımı. Gereksiz samimiyet olmadığı kesindi dedim içimden. Tam kahve diyecektim ki içeri onlu yaşlarda bir çocuk girdi. Elinde sofra örtüsüne sarılmış bir cisim vardı. Karabiber var mı bakkal amca dedi. Sonra bir paket aldı ve geldiği hızda çıktı. Bu rüzgarda nereye böyle diye düşündüm. Bakkal efendi lafa girdi. Pide yapıyorlar herhalde. Kapıcı Salih’in küçük oğlan bu… Sen ne istemiştin?
Kahve dedim serice. Aldım çıktım sonra. Güçlü bir rüzgar savurdu saçlarımı. Önümden aynı hızla kapıcının oğlu geçti. Rüzgarda bir o yana bir bu yana koşuyordu. Çok kısa bir süre inceledim. Önce fırına girdi ve hemencecik çıktı. Sonra sol çaprazından bulunan bir başka dükkana girdi. Renkli ledlerle ışıklandırılan tabelasında evcil lahmacun yapılır yazıyordu. Tabela bir öne bir arkaya gidiyor ve rüzgarda beşik misali sallanıyordu. Çocuk oraya girdikten sonra elinde sadece sofra örtüsüyle çıktı. Gözlerini ovdu ve rüzgara karşı hızlı adımlarla yürüdü. Bir müddet sonra da gözden kayboldu.
Bu havada kim evcil lahmacun ya da pide yemek ister acaba diye düşündüm. Sonra dedim bunun havayla ne alakası var? Trençkotum havalanıyordu. Hemen eve girmek istemedim. Dış kapıya da yeni atarlanmıştım. Hemen girmek olmazdı.
Birazcık aylaklık ettim kuvvetli rüzgarların arasında. Birkaç boş arazi geçtim. Birileri fabrika yapacaktı buralara. Salça mı dersin yoksa telefon ana kartı mı bilemedim. Kısaca arazinin etrafı seyyar barikatlar ile çevrilmişti. Fabrikaya dair yapılan ilk yapı ise güvenlik kulübesi idi. Keskin köşeleri ve birbiriyle uyumlu renkleri ile çok fütüristik bir kulübeydi.
Fütüristik güvenlik kulübesi dedim içimden güldüm. Acaba dedim fabrika ne zaman faaliyete başlar. Sırf meraktan.
İşin aslı rüzgarlı havalarda biraz meraklanırım. Etki-tepki gibi. Herhangi bir nedeni yok. Biraz da kaygılanırım. Hayatın kendisi, mutluluk ile aramdaki tebelleş kimse gibi. Tamam… Müşkülpesent biri değilim lakin süregelen tüm anlar çok sıkıntılı olmaya başladı. Sanki bir sona yaklaşıyor gibi… Rüzgar da bizi arkadan iteleyip süreci hızlandırıyor. Aslında suratıma değen, ensemi yalayan ve göğsüme vuran bu sert hissiyat hala yaşadığımı hissettiren bir kavram… Bak hala nefes alıyorsun ve saçların dalgalanıyor. Kalk ve kendini sona hazırlarken yaşa. Kahvenden bir yudum al ve bir sonraki günü bekle. Çalış ve tüket. Kendine yeni bir şifonyer al. Düşünme al! Oradan çıkıp yeni B12 vitaminlerini dene. Çinko oranına dikkat et ve araba taksitini unutma. Evet rüzgar diyor ki hala hayattayım ve sisteme lazımım. Güvenlik kulübeleri komik ve yüzüme değen çer çöp can acıtıcı… Belki pide içi getirmiyorum fırında çalışan un yüzlü abilere. Belki iyi peynir seçemiyorum ve düşüncelerim çok bulanık. Belki dış kapıyla konuşup sürekli yürüyen, yürüdükçe kaybolan ve diplere düşen biriyim. Anlamak, anlaşılmak ya da birileri ile aynı çizgide bulunmak bana göre değil. Dış kapımı yağlarım ben, sıcak su koyar kahve içerim. Doktor terlikleri ile çatışmaya girerim içimde ve komleks düşüncelerim ile birbirimize denizanası, bigudi, Nobel ödülleri ve transistör atarız. Sonra da barışıp fenikülere bineriz. Biraz taksimde dolaşır ve eve döneriz.
Bağırırken içimden laks diye bir çöp poşeti yapıştı suratıma. Laks dedi. Şaps dedi. Pats da demiş olabilir. Özetle çok konuşma dedi. Baktım ambalajına. Bilmem ne fırın yazıyor. Yeşil harflerle de evcil lahmacun, pide ve güveç pişirilir diyor. Gülümsedim. Boşta kalan elimle poşeti çekip evin yolunu tuttum. Dış kapıya anahtarı sokunca ses çıkarmadı. Aldırmadım bu sefer, içeri geçtim. Trençkotumu çıkardım ve sıcak su koydum. Kahvemi kupaya döktüm ve suyla buluşturdum. Güzelce bir kokladıktan sonra pencereden dışardaki hengameye baktım. Etrafta uçuşan poşetler, sigara izmaritleri arasında kapıcının oğlu koşturuyordu. Elinde şeffaf renkli bir leğen ve sofra bezine sarılı pideler, lahmacunlar ya da evcil olan herhangi bir nimet grubu vardı. Afiyet olsun dedim içimden. Ye ve aramıza katıl. Oku adam ol ve kredi puanlarının arasında bir o banka bir bu banka koştur.
Ah dedim çok karamsarım. Hem pideye limon sıkılmaz diyen insanların arasında büyümek de bir sınavdır.
Böyle düşününce acıktım. Gittim mutfağa ve buzdolabının üst rafını açtım. Hiç yemediğim bezelyelerin arasından bir paket hazır pelmeni buldum.
Bu havada pelmeni yenir mi diye sordum kendime. Sonra dedim ki bunun havayla ne alakası var? Ocağı açmaya çalıştım. Tık tık etti. Pıt pıt da demiş olabilir. Ne dediğini duydum bu sefer. Ama umursamadım…
Amorf: kendine özgü bir biçimi olmayan.
Pastiş: Seçkin bir sanat eserinin taklidi.
Girift: birbirinin içine girerek çözülemeyecek biçimde karışmış olan, iç içe geçmiş, çapraşık.
Gusto sahibi olmak: Zevk sahibi olmak, rafine zevkleri olmak.
Terminoloji: bir bilim, bir sanat, bir meslek ya da bir teknik dalına özgü terimlerin tümü.
Pejoratif: yergi öğeleri taşıyan, aşağılayıcı, yerici, küçültücü, kötüleyici, aşağılama, küçümseme, benimsememe vb. anlamları içeren (söz, sözcük)
Nümayiş: Gösteri.
Müşkülpesent: Güç beğenen.
Tebelleş: hiç istenmediği halde, bir yerden ya da birinin başından ayrılmayan, sürekli o yeri ya da o kimseyi rahatsız eden (kimse ya da şey).
Harika bir anlatim olmuş
teşekkürler umut bey (: